GÜNDER, BSW-Solar ve Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü’nün ortak çalışması olan GES Tesisleri İçin Kurum Rollerinin Tanımlanması Projesi’nin kapanış toplantısı bugün Ankara’da gerçekleştirildi.
Sivil Toplum Diyaloğu programı kapsamında, Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortak finanse edilen proje ile Türkiye ve Almanya’daki güneş enerjisi kaynaklı lisanssız elektrik üretimi süreçlerinin karşılaştırılarak Türkiye’deki kamu kurumu ve kuruluşlarının rol ve sorumluluklarının gözden geçirilmesi hedefleniyordu.
Proje sonuçlarının açıklandığı toplantının açılış konuşmasını yapan GÜNDER Başkanı Kutay Kaleli konuşmasında büyük yatırımların devamlılığının olması, mevzuatının sürekliliği, güvenliği ve kapsayıcılığı ile ilişkili olduğuna ve bu kaideler bütününün yatırımların sürekli olmasının kilit noktası olduğuna vurgu yaptı.
Kutay Kaleli sözlerini şu şekilde sürdürdü;
‘’Ülkemiz 2013 yılından bu yana güneş enerjisinden elektrik üretme noktasında büyük adımlar atmakta, devletimiz ve hükümetimizin de ortaya koyduğu Milli Politikalar doğrultusunda bu sektörde adeta vites büyütme ülküsünü ortaya konulmuştur.
Bu doğrultuda, bir sivil toplum kuruluşu olan GÜNDER de üzerine düşen sorumluluğun farkında bir tutumla, BSW-Solar (Bundesverband Solarwirtschaft e.V.) ile işbirliği içinde; “GES Tesisleri için Kurum Rollerinin Tanımlanması” amacıyla bir proje gerçekleştirmiş ve bunun sonucu olarak, önerilerini tüm kamuoyu ile paylaşacaktır.
Bu proje, uzun yıllardır, güneş enerjisi sektöründe bulunan ve bu konuda Avrupa’nın en tecrübeli ülkesi konumunda bulunan Almanya’nın Deneyiminden Yararlanılarak Türk Kurum ve Kuruluşlarının Rol ve Sorumluluklarının net bir biçimde tekrar tanımlanabilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Almanya’da, 2017 yılı başı itibariyle güneş enerjisine dayalı kurulu güç, 40 GW’ı aşmış durumdadır. Ülkemizin kurulu gücü ise 2017 başında 1 GW’ı aşmıştır. Yani, güneş ışınımı ülkemize göre daha düşük olan Almanya-Türkiye’den 40 kat daha fazla kurulu gücü yakalamış durumdadır. Bunun sebebi hem Almanya’nın güneş enerjisine daha önce yönelmiş olması ve yerli teknolojisini oluşturması hem de konuşmamın başında ifade ettiğim üzere güneş enerjisine dayalı mevzuatlarını ve kurumları görev tanımlarını net olarak belirlenmesiyle, yatırımların sürekli hale getirmesidir.
Bilindiği üzere ülkemiz, Sayın bakanımızın açıkladığı Milli Enerji ve Maden Politikası doğrultusunda Güneş Enerjisinde YEKA Modeline geçerek, yerli malı ekipman üretimi sürecini başlatmıştır. Mevzuatsal olarak da yapılacak çeşitli revizyonlar ile ülkemiz, Güneş Enerjisinde yüksek kurulu gücü yakalamış ülkeler seviyesine gelebilecektir.
Yaptığımız bu çalışma sonucu ortaya koyduğumuz önerilerin birkaçından burada bahsetmek istiyorum;
• Almanya’da Yenilenebilir Enerji Kanunundan kaynaklı çıkabilecek ihtilaflarda arabuluculuk görevi üstlenen “Die Clearingstelle EEG” adı altında bir kuruluş bulunmaktadır, bu bağımsız kuruluş; yatırımcı, dağıtım şirketi ve idare arasında yaşanabilecek anlaşmazlıkları dava dışı bir yolla ve zaman kaybını minimuma indirgeyerek kısa süre içerisinde çözüme kavuşturulması noktasında görev üstlenmektedir. Böyle bir kuruluşun ülkemizde kurulması inanın yatırımların çok uzun sürebilen izin süreçlerinin azaltılmasına adına çok önemli olacaktır.
• Ülkemizde güneş enerjisi yatırımları tarım dışı arazilerde yapılmaktadır. Arazinin sınıfını ve niteliğini belirlemek ülkemizde, teknik ekiplerin yoğun olması ve bazı keyfi uygulamalardan kaynaklı olarak oldukça uzun sürebilmektedir. Bu doğrultuda, Almanya’da uygulanan “Toprak Bilgi Ağı” altyapısının ülkemizde de uygulanması ile süreç hem yatırımcılar hem de teknik ekipler açısından oldukça kolay hale gelecek ve keyfiliğe bağlı zaman kaybı önlenecektir.
• Almanya’da elektrik sistemine başvurunun değerlendirilmesi ve sistemin şebekeye bağlanması süresi, yasayla düzenlenmemiştir. Ancak bu süre, uygulamada, birkaç haftayı geçmemektedir. Ülkemizde ise, başvurucu açısından, değerlendirme sürecinde yaşanan en belirgin olumsuzluk, başvurucunun bazı eksikliklerinin tespiti hâlinde yaşanmaktadır. Söz konusu eksikliklerin kısa sürede tamamlanması durumunda dâhi, başvuru değerlendirme süreci, ilk defa yapılacakmış gibi prosedüre tabi tutulmaktadır. Yani, uygulamanın pratikleşmesi noktasında çeşitli eksiklikler bulunmaktadır.
• Bir diğer önemli nokta ise imar sürecinde yaşanılan problemlerdir, ülkemizde her şehrin belediyesi ( ya da İl Özel İdaresi) kendine göre farklı ve keyfi uygulamalarda bulunmakta, hatta yatırımcılardan keyfi olarak ek ücret talep edebilmektedir. Bu durum yatırımcının hevesini kaçırabilmekte hatta yatırımın sekteye uğramasına dahi yol açabilmektedir. Almanya’da ise imar izni verilmesi sürecindeki masraflar, yasayla tanımlanmıştır. Böylece, yerel idarelerin keyfî ödeme talepleri engellenmiştir. Yani, imar sürecini her kurum kendi uygulamalarıyla değil, merkezi bir kanuna göre belirlenmiş şekliyle uygulanması gerekmektedir.
Değerli katılımcılar, bahsettiğim önerilerden de anlaşılacağı üzere mevzuatsal ve uygulama olarak eksiklilerimiz hala devam etmektedir. Devletimizin, aynı YEKA sürecinde olduğu gibi kararlı, net adımlar atarak, yatırım süreci boyunca görev alan, tüm kurum-kuruluşların rol ve sorumluluklarını yeniden gözden geçirmesi, mevzuatsal olarak bulunan açıklıkları kapatarak keyfi uygulamaların önüne geçmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Son olarak, bu projede emeği geçen gerek tüm GÜNDER çalışanlarına, Avrupa Birliği’ne BSW, YEGM, TEDAŞ ve EPDK ‘ya, Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsüne ve gerekse de bize yardımcı olmuş, partnerlik yaptığımız tüm kurumlara ve kişilere müteşekkir olduğumu belirtmek isterim.
Umarım yapmış olduğumuz çalışma sonucunda ortaya koyduğumuz öneriler, derleme ve değerlendirme yapılarak hayata geçirilir.’’